12 Ocak 2010 Salı

The Anatomy Of Love

ikimizde çıplaktık. 15 dakika öncesine kadar "gitmem gerek" derken ; şimdi çırılçıplak yatağın üzerine uzanmış , bacakları açık vaziyette benim o boşluğu doldurmamı bekliyordu.dolduracaktım. ama önce vodkamdan son bir yudum ve sigaramdan son bir nefes almalıydım.



yapmam gereken iki şeyi hızlıca yapıp , kendimi onun bacakları arasına bıraktım. henüz içine girmeden sıkı bir öpüşmeye tutulduk. bir an , üfleme konusunda her ne kadar vasat olsa da öpüşme konusunda oldukça iyi olduğunu düşündüm. aklımdan "hiçte fena öpüşmüyor kevaşe" diye geçirirken birden dudaklarını benden çekti ve;
-"benim aslında bir erkek arkadaşım var" dedi. şaşkınlık içerisinde
-"hassiktir! ciddi misin?" diye sordum.
-"evet ciddiyim. onunla buluşmam gerekiyordu ve o yüzden gitmek istiyordum" diye yanıtladı.
-"defalarca seviştik ve sen bunu bana şimdi mi söylüyorsun ?" diye sordum. sinirlenmiştim.
-"ne fark eder ki ? sanki bilseydin yatmayacak mıydın benimle?" diye sordu gayet rahat bir biçimde.
-"bilmem" diyebildim sadece. bir an kendimi o'nun sevgilisi yerine koydum. ben olsaydım ne yapardım diye düşündüm. bugüne kadar kaç defa aldatıldığımı ya da aldatılmadığımı düşündüm. işin içinden çıkamadım. boktan bir durumdu. hemde çok boktan. ben bunları düşünürken ;
-"onu seviyorum. ama cinsel anlamda herhangi bişey hissetmiyorum. bugüne kadar öpüşmedik bile" dedi. iş boka sarmaya başlıyordu ve sinirleniyordum. boktan bir dünya da yaşıyorduk. ve hepimiz aynı boktanlığın parçalarıydık. kabul etsekte , etmesekte. sonra bir an o'nun sevgilisi olmadığımı , kendimi boşu boşuna üzmemem gerektiğini hatırladım.
-"siktir et" dedim o'na. sonra da dudaklarına bir öpücük kondurdum ve içine girdim. artık başlamıştık. bu noktadan sonra , aşk yoktu artık düşüncelerimiz de. tek düşüncemiz bedenlerimizi doyurmaktı artık. alabildiğine güzel , alabildiğine hoyrat bir biçimde ; bedenlerimizi doyurmak...

o gittikten sonra , istemsiz bir biçimde aşk üzerinde düşünmeye başladım. eskiden beri üzerinde düşünüp , doğru kelimeleri bulamayıp , düzgün cümleler kuramadığım konulardan birisiydi aşk. aklıma "seversen sikilirsin , sikersen sevilirsin" sözü geldi ve güldüm. ilk başta çok mantıklı ve doğru geliyordu kulağa. ama değildi. "keşke o kadar basit olsaydı" diye düşündüm içimden ve bir kez daha güldüm. sanırım doğru cümleleri kurabiliyordum artık.

kendisini seven ve sevmeyen olmak üzere iki çeşit insan vardır dünya üzerinde. ve ne hikmetse , aşk bu ikisinin bir araya gelmesinden oluşur genelde. kendini seven insan , kendisiyle barışıktır ve mutlu olmak için pekte başkalarına gerek duymaz. genellikle karşısında ki insanlardan sürekli birşeyler ister , açlığını bastıracak bişeyler. kendini sevmeyen insan ise tam zıt karakterdedir. kendisiyle barışık olmadığı için , başkalarını mutlu ederek mutluluğa ulaşır. bu yüzden de karşısında ki insanlara sürekli bişeyler verir.

bu ikilinin bir araya gelmesinin sonucu , sıkı bir pazarlık ortaya çıkar. oyun oynanmaya başlanır. ilk başlarda herşey güzeldir. alan da , veren de memnundur. fakat bir süre sonra ; istekler büyür. istenilen şeylerin yapılması sıkıcı hale gelir. istekler yerine getirilemez olur. iki tarafta yorgun düşer ve ayrılık anı gelir. genelde ayrıldıktan sonra , kendini seven insan abarttığını düşünüp üzülür , pişman olur ve uzunca bir süre eski hayatına kolayca geri dönemez. kendini sevmeyen insan ise bu pişmanlık ve acıyı henüz ilişki esnasında yaşar ve ayrıldıktan sonra kolayca eski hayatına adapte olur. sonuç olarak iki tarafta acı çekmiş iki tarafta kaybetmiştir.

aşkın yapısına baktığımda kısaca gördüklerim bunlar. yani "seversen sikilirsin , sikersen sevilirsin" sözü tam olarak doğru bir söz değil. bu sözün tam olarak doğru olan versiyonu ; "seversen de sikilirsin , sikersen de sikilirsin yani her halukarda sikilirsin"

Not : en yalın haliyle aşkın anatomisinden bahsettim. bir de bunun içinde oynanan oyunlar filan var ki , onları yazmanın henüz zamanı gelmedi...