27 Eylül 2009 Pazar

solomon kane

Robert E. Howard' usta’nın efsane karakterlerinden birisidir kendisi.  kötü düşmanları karşı gariban ve de fıkaraların yanında olan , ölümden zerre korkmayan büyük püritan.
velhasıl böyle efsane bir karakter çevirmenlerimiz tarafından piç edilmiştir. yazık.
bu hafta çok büyük merak ve de şevkle gittim kitabı aldım.  kitabın basımı falanı filanı gayet şık.  hemen hemen her sayfaya ufak tefek resimler iliştirilmiş. kitap albeni yönünden süper.
velhasıl kelam kitabı okumaya başladım ve bütün şevkim bir anda söndü. hayatım da okuduğum en kötü çevirilerden birisi. tamamıyla 1960 türkçesiyle çevrilmiş. öyle bir soğuttular ki beni çevirenler kitaptan anlatamam.
buradan ;
Belgin Selen Haktanır
ve
Kadir Yiğit Us ‘ a sesleniyorum :
BİR DAHA KİTAP ÇEVİRMEYİN !!!
yazıktır ya. Solomon Kane gibi müthiş bir kitap sizin elleriniz de yitip gitmiştir. geçmiş olsun !
SolomonKaneCommission

shakespeare

shakespeare_2_lg

 

ismine “aydın” , “eleştirmen” , “entel” ve de “dantel” denen kesimler tarafından çok sevilir sayılır , üstad shakespeare. peki kendisine duyulan bunca saygı boşuna mıdır ? tabii ki de boşunadır!

asırlardan beri süre gelen bir anlayış var. o da şudur :

Sanat saray için yapılır!

bu köhne zihniyeti  maalesef ki değiştiremedi insanoğlu. kitaplar zenginler içindir! onların dilinde yazılır! resimler de onlar için yapılır! onların anlayabileceği gibi çizilir. bu böyle uzar gider.

kısacası , “sanat , sanat için mi yapılır?” sorusnun cevabı üzerinde düşünmek yersizdir. cevap ortadadır.

televizyonlar da filan sıkça görürüz. birisi çıkar ve şöyle der : kitap okuyan bir millet değiliz!

evet. değiliz. peki ama neden değiliz ? ben söyliyeyim. bugün ortaokul da veya lise de eline kitap alan bir kişi okuduğundan hiçbir bok anlamıyor ve sıkılıyor! anlamamasının ve sıkılmasının sebebi kendisinin salaklığı mı ? hayır ! anlamıyor , çünkü o kitap o kişiye göre yazılmamış. halk’a göre yazılmamış.

kitaplar saray’a göre yazılır. loca’lara göre yazılır. halk’a göre yazılmaz. işte shakespeare de bunun en büyük örneklerindendir. kendisi başlı başlına saray’ın yardakçısıdır. o yüzden gözümde zerre değeri yoktur.

gerçek usta bana göre baudelaire’dir. bukowski dir. çünkü bu adamlar sokağı yazmışlardır. halkı yazmışlardır. kraliçeleri değil , orospuları yazmışlardır. kralları değil ayyaşları yazmışlardır. hergün sokak ta gördüğünüz şeylerin sanatını yapmışlardır. bu yüzden büyüktürler.

bir resime baktıklarında bir simitçi ile bir fabrikatörün çıkardığı anlam aynı ise ; işte o resmi çizen adam bana göre sanatçıdır. bunun dışında yapılan her eser , loca içindir. ortam içindir. prim içindir.

kısacası shakespeare gözümde adam bile değildir.

26 Eylül 2009 Cumartesi

psikolojik savaşlar !

freud

 

adına psikoloji denen bir olay var. hepimiz farkındayız. hepimizin psikolojik problemleri var. hepimiz sorunluyuz. hepimiz “hrant dink” değiliz belki ama hepimiz ruh sağlığı bozuk bir bireyiz.

şimdi tabii yukarda yazdıklarım biraz “extreme” gibi gözükebilir. bunun farkındayım. ama kesinlikle extreme ya da abartı söz konusu değil. çevrenize bir bakarsanız göreceksiniz ki , etrafınızda ki 3-5 kişiden birisi en az bir tanesi ; şizofren , depresif , panik atak , obsesif … falan filan. hastalardan birçoğu da garip garip ilaçlar kullanıyor. şifa arıyor.

şunu bilin ki , toplum olarak çok büyük bir yalanın ortasında durmaktayız ve bunu göremiyoruz. bizi kullanıyorlar. sınıflandırıyorlar. deli muamelesi yapıyorlar. bunu da zorla yapmıyorlar. biz gidiyoruz ayaklarına ve hep bir ağızdan “biz deliyiz” diye bağırıyoruz.

takribi 7 yıldır bir fiil sanayii denen yerde çalıştım. ve bugüne kadar hiçbir işçi görmedim obsesif , depresif ya da panik atak olan. çünkü bu adamların bunun içi vakitleri yok! çalışmaları gerek! eve ekmek götürmeleri gerek.

ama bir zengin çocuğuna bakın ; öyle mi ? değil. neden değil ? çünkü vakti var. çünkü parası var. esasen her istediğine sahip. ama o ne yapıyor?  “ben hastayım" diye anırıyor. ve tedavi görüyor. gidiyor , konuşuyor. hap içiyor. sonra da düzeldim diye bir parti veriyor.

büyük düşünür michel foucault ‘nun da dediği gibi. bizi kandırdılar. hepimizi kandırıp fişlediler. bütün sırlarımızı öğrendiler. ve biz bunu kendimiz istedik. kendimiz verdik. böyle bir dal yoktur. böyle bir sağlık olayı yoktur. bu tamamen insanların sınıflandırılması için kurulmuştur bir tezgahtır. ve bu tezgah sayesinde milyonlarca insan para kazanıyor. onlarca şirket sizin beyninizi yıkamak için para kazanıyor.

NOT: michel foucault okuyan bir insan bilir ki ; o’nun söyledikleri , o’nun düşünceleri tartışılmaz. bu konu hakkında daha detaylı bilgi almak için üstad’ın Cinselliğin Tarihi isimli kitabını okuyabilirsiniz.

13 Eylül 2009 Pazar

yeni masonik düzen içerisinde ki mühim konumum

geçenler de sağda solda “mason olacağım” diye demeç veriyordum ki , tanrı’nın beni sınaması gecikmedi.

geçenler de iki arkadaşım ile beraber taksim denen güzide yerin arka sokakların da birer çay-kahve içebileceğimiz yerler arıyorduk. öyle güle oynaya gezinirken , atakkabımın bağcığı çözüldü. bir “ara” sokağa girmiştik ki bi girişinde merdivenler olan bir bina gözüme ilişti ve ayakkabımı orda bağlamaya karar verdim.

bağcık ile oynarken gözüme binanın kapısında ki ufak tabela ilişti. “üye olmayan giremez” yazıyordu tabeleda. arkadaşlarıma döndüm ve “olm bizim mekan burası işte. memleketin .mına nasıl koyacağımıza burda karar veriyoruz” dedim. onlar da “ evet lan sizin mekan burasıymış” dediler.

şaşkınlıkla arkamı döndüm ki ne göreyim kapının üstüne masonların o meşhur pergelli simgesi…

şaşırdım. niye yalan söliyeyim. şaşırdım. tanrı beni test etti. sanırım gerçekten de mason olup köşeyi dönmemi istiyor. ve ben sürekli beynimin ücra köşelerinde şunu düşünüyorum

“neden olmasın”

“neden olmasın”

“neden olmasın”

mason-treasure

3 Eylül 2009 Perşembe

yollarda bulur kişi özünü

“gerçek yolcu yalnızca gidebilmek için gidendir” C. Baudelaire

hemen herkes gezmeyi , değişik yerler görmeyi pek sever. bazıları da “yolculuk” kavramının kendisine tutkundur. bazıları için yolculuk gezip görmekten ibaretken bazıları için hayatın kendisidir.

gezmeyi ve değişik yerleri görmeyi sevenler ; kendilerini sarmallayan boktan hayattan ufak kaçamaklar yapmayı sevenlerdir. hafta sonları şehrin kokuşmuşluğundan ve yoğunluğundan ufak kaçamaklar yaparak kendilerini kandırmayı severler. haftanın 5 günü köpek gibi çalışıp , cuma akşamı 2 günlük kaçamaklarını düşünmeye başlarlar. amaç kafa dinlemektir. falandır filandır.

hayatın anlamını yollarda arayanların durumu farklıdır. kafalarında sürekli yolculuk , gözlerinde asfalt vardır. amaç gitmektir. yollara hayatını adamaktır. yolculuk ve gitmek fikri hiçbir zaman çıkmaz akıllarından. kaçmak istedikleri ve uzaklaşmak istedikleri yer kendileridir. bir yere gitmek ve ulaşmak değildir amaç. sadece durmadan yol almaktır. herkesten , herşeyden ve kandinden durmadan uzaklaşmaktır.

insan yolculuktayken düşünmez. ne zaman ki durur işte o zaman düşünmeye başlar ; şimdi ne yapacağını , ne yapması gerektiğini.

road

Technorati Etiketleri: ,,,