22 Ağustos 2009 Cumartesi

bir avuç ceviz kabuğu

tv denen hastalıklı makinede yayınlanan tartışma programlarını her daim sevmişimdir. toplam 5 katılımcının olduğunu ve bu 5 farklı kafadan da 5 adet birbirinden saçma ve de sikko fikir çıktığını düşünün. akabinde maruz kaldığınız “bilgi” patlamasını hayal edin.

kim sevmez ki bu kadar faideli programları ?

ama benim takıldığım nokta programdan ziyade katılımcılar. o büyük düşünürler. işte o insanları anlayamam hiçbir zaman. kendilerine gösterilen sandalyeye “ciddi” bir üslup ile otururlar. ciddi bir üslup ile konuşurlar. ciddi bir üslup ile programı sona erdirmek için son sözlerini söylerler. kısacası çok ciddidirler.

peki neden ? işte bunu anlayamıyorum. beynim almıyor. normal hayatlarında her “sıradan” insan gibi  gülüyorlar , ağlıyorlar , espri yapıyorlar , sıçıyorlar , küfür ediyorlar , yüksek ihtimal porno film de izliyorlar. peki o programa çıkınca takındıkları o maske niye ? neden ? 

bırakın artık şu rol kesmeleri. sahte üslupları. yeter ulan , yeter!ccc

21 Ağustos 2009 Cuma

tüketmenin dayanılmaz hafifliği

kişi , insanlara karşı içinde barındırdığı , sevgi ve saygı gibi kavramları tüketmelidir. tüketmediği sürece acı çekmeye mahkumdur.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

yazlıkçılar

bir  hafta gibi bir süre tatildeydim. garip bir şey tatil. gerçekten. ilk 1-2 gün agnostic front’un “from a east coast – tı the west coast” modundan hemencene sıyrılıp “hhakdeniiizzzz hhaakkşamlarııı” moduna girdiysem de kendimi toparlamam çok uzun sürmedi ve akabinde etrafı gözlemlemeye başladım.

en hızlı gençlik zamanlarım taxim’in arka sokaklarında , 3. sınıf (venüs – marmara 34 – tekel ) biralar içmekle geçti. keza yine en verimli çağlarım ağır sanayii’nin o leş  ve de gore atmosferinde çalışarak yitip gitti. o yüzden entelliği , dantelliği ve de şekspir tarzı edebiyat’ı sevmem.

ve bu sevmediğim atmosfer öyle bir hakim olmuş ki yazlık bölgeler de rahatsız olmamak elde değil. herkes girmiş bir “aman efendim götünüzü yiyiim” havasına gidiyor. bu ne arkadaş ya ? el insaf. siz de benim gibi trafikte küfür ediyorsunuz. birçoğunuz işverensiz ve işçilerinizin anasını sağlatıyorsunuz. yeri geliyor analarına bacılarına küfür ediyorsunuz. para vermiyelim die “su çok güzel” kılıfına sığınıp 5 bidon suyu belediyenin çeşmesinden dolduruyorsunuz.

peki o zaman bu maske nie ? bu yalan nie ? bu oyun nie ?

NOT : kadim dostum mechanic ile yaptığım röportaj da şööle demişti kendisi “yazlıkçılar dizisi ara’lığın neferidir.” evet ööledir. çünkü olayın kendisi hard ara.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

saçmalamak , bir “sanat” değildir !

“hayat zor , ama ben de kolay biri sayılmam”anonim

böyle de saçma bir söz vardır. her daim güldürmüştür beni. ve şuan bu yazıyı yazarken de gülüyorum. esasen bu sözün orjinal’i şööledir :

“hayat zor ve sende kolay birisin”Apocalyptic Hybrid

burda kesin olan ilk şey , hayatın zorluğu. ve yine kesin olan diğer birşey de ; kişinin hayatı gerçekten zorlaştığında , esasen kendisinin ne kadar zayıf olduğunu anladığıdır. her insan bunu anlar. hatta anlamakla da kalmaz birtakım organlarında bunu şiddetli bir sancı olarak hisseder.

böyle olması doğaldır. doğal olmayan , “hayat” denen kadim olayı –çok afedersiniz , taşşak geçercesine - hafife indirgemektir.

benden size tavsiye ; yapmayın! komik oluyor. yapmayın ! güldürmeyin beni

HAHAHAHAHAHA

7 Ağustos 2009 Cuma

ah bir zengin olsam

istanbul üzerinde ki bütün reklam tabelalarını kiralayacağım. ve hepsine  , üstünde sadece kocaman bir NAH işareti gözüken afiş yapıştırtacağım.

neden mi ? çünkü insanoğlunun buna ihtiyacı var. bu acı gerçekle yüzleşmesi lazım.

ne zaman mı ? zengin olunca tabii ki de .

nolurmi2

“ya bi siktir git”

bugünlerde içimde herkese karşı bir “ya bi siktir git” deme hissiyatı var. nedendir acep ???

6 Ağustos 2009 Perşembe

kökten yokoluşçuluk - II

“ ölüme yakın olmak isteyen kişi , kendini hovarda bir hayatın kollarına bırakmalıdır.”   M. de Sade

büyük ihtimalle M. de Sade bu sözleri söylerken kendisinden sonra gelen birçok yazarı ve düşünürü ne kadar etkileyeceğini tahmin etmiyordu. Yine bu sözlerin ne kadar büyük ve  anlamlı sözler olduğunu düşündüğünü de sanmıyorum.

içinde sevgi barındırmayan ilişki kişiye sadece acı ve pişmanlık verir. ilişkiden hemen sonra vermeyebilir. ama birgün muhakkak acı veya pişmanlık verecektir. nitekim zaten derin bir boşlukta bulunan insanoğlu yine dur ya da durak bilmeyecektir. ve yine  aynı hataları , aynı paralellikte yapmaya devam edecektir. insanın içinde ki derin açmazlardan birisi de budur. bu yönüyle , yani bitmeyen ve sınır tanımayan cinsel isteğiyle insan denen garip organizma ; hayvan denen , nispeten daha sade olan bir organizmaya benzer. hayvanlar aleminde bu konuya dair çok katı kurallar yoktur. dolayısıyla özgürce sevişip üreyebilirler. bunu yaptıkları içinde acı çekmezler.

fakat en başında da dediğim gibi insan denen organizma , hayvan denen organizmadan karışıktır. insan’ın duyguları ve doğduğu günle beraber ona aşılanan değerleri vardır. din gibi ahlak gibi değerler. ve yine insan denen canlıya bu değerleri görmezden yasak olduğu , günah olduğu en başından beri söylenmiştir.

insan denen canlı belirli bir yaş’a geldikten sonra ; dünya üzerinde kendisine zevk veren hemen hemen herşeyin , yasak olduğunu farkeder. bununla birlikte kendisine bahşedilmiş olan isyan duygusuyla bu yasakları çiğnemeye başlar.

fakat gözden kaçırdığı birşey vardır. yasağı çiğnemek onu ortadan kaldırmaz. aksine eylemle bütünleşerek yasağı daha da büytür.

eşinizi ya da sevgilinizi aldattığınızı düşünün. bunun yanlış (yasak ) olduğunu  bildiğiniz halde aldattığınızı düşünün. herşey olup bittikten sonra pişman olacaksınızdır. işte bu pişmanlık yasağı çiğnemenin verdiği pişmanlıktır. ne de olsa bunun en başından beri yasak olduğunun bilincindesinizdir ve herşey olup bittikten sonra geriye kalan tek şey sadece “acı”dır.

münzevi yaşayan bir insan olduğunuzu ve sürekli başkalarıyla birlikte olduğunuzu düşünün. ilk başlar da bu zevkli gibi gelse de bir süre sonra yaptıklarınızdan utanacak ya da vicdan azabı çekeceksinizdir. bu sefer de karşınıza zina yasağı çıkacaktır. ve yine hissettiğiniz tek şey  “acı” olacaktır. ne de olsa doğduğunuz günden beri bununda yanlış ve günah olduğunu dinleyerek büyüdünüz.

nitekim bir insan yasağı çiğnedeiğinde ve aslında yasağın ortadan kalkmadığını gördüğünde önüne 2 seçenek çıkar. ya yasak olanı çiğnemenin büyük bir açmaz olduğunu farkedip yasaklara uymaya başlıyacaktır. ya da yasak olanı çiğnemenin verdiği hazzı ve acıyı kabullenip yoluna devam edecektir. ve kendini yokoluşun uçurumlarından aşağıya atacaktır.

insan denen organizma kendi mezarını kazmayı sever. buna rağmen mezar kazma işi bittikten sonra , kendini mezara atabilenlerin sayısı azdır.

NOT : kişi yokoluş uçurumunun kenarına kadar geldikten sonra ; ister atlasın , ister geri dönsün. her halukarda acı çekmeye mahkumdur.

NOT 2 : yazmış olduğum kökten yokoluşçuluk yazıları sadece birer taslaktır. ilerleyen zamanlar da ; artan hayat tecrübemle birlikte daha düzenli ve özenli bir şekilde tekrardan yazılıp , yayınlanacaktır.

Kadim zamanlardan günümüze

ss88-hires

uzun süredir – takribi olarak 8 yıldır – fantastik edebiyat okumuyordum. geçenler de nerden estiyse , içimde bir fantastik edebiyat okuma isteği bitiverdi.

bende bu isteği yerine getirmek için kitapçıya yönlendim. yaklaşık 30 dakika kitapçıda ki fantastik edebiyat bölümünü kurcaladıktan sonra , bir Tolkien yapıtı olan , Hurin’in Çocukları kitabını aldım. i

eve gelip okumaya başlayınca , doğru biş yaptığımı bir kez daha anladım. nitekim kitap güzeldi. fakat Hurin oğlu Turin’in başına gelenler pek güzel değildi. Tolkien usta tanrılarla dalga geçilmemesini hatırlatıyordu resmen. okuyun. tavsiye ederim.

şimdi de Ejderha Mızrağı serisine başladım. Hatta başlamam ile destanın ilk kitabı olan Güz Alacakaranlığı Ejderhaları’nı bitirmem bir oldu. iyi de oldu. şimdi sıra da Kış Gecesi Ejderhaları var. hatta siz bu satıları okurken bende kitabı okuyor olabilirim.

velhasıl , hayat zor. herzaman söylediğim gibi. fantastik edebiyatın çok koyu bir fanatiği olmasam da ; hayatın acımasız gerçekliğinden az da olsa sıyrılmak için güzel bir kaçış yolu olduğunu söylebilirim.

2 Ağustos 2009 Pazar

gereksiz

yıllardır merak ettiğim birşey vardı. üniversiteler de okuyan solcu öğrenciler neden meydanlara çıkıyor ? neden bağıra bağıra sloganlar atıyorlar ? neden boşu boşuna dayak yiyorlar ? hayır , neden yani ?

sonuçta onlar da en az benim kadar iyi biliyorlar. çalışan , üreten kesim ayaklanmadığı sürece dikkate alınmayacaklarını. peki bunları bile bile hala neden eylemden eyleme koşturuyorlar?

sebebi çok basit. gaz çıkarıp rahatlıyorlar. okuldan mezun olup iş hayatına atılınca da herşeyi unutuyorlar. hiç durmayan makinenin dişlileri arasında ne yazık ki yitip gidiyorlar. şimdi ordan biri atlayıp “ne dion lan sen” dese bile ; bende , o da söylediğimin gerçek olduğunu biliyoruz.

iş hayatında çok karşılaşıyor insan eski solcularla. genelde birçoğu mevki sahibi oluyor ilerliyen yıllarda. özel sektörde de mevkii sahibi olmanın yöntemleri bellidir. bu yöntemlerin arasında da “çok çalışmak” kavramı yoktur. farklı bir takım kavramlar vardır. iş hayatına atıldığında herkes kendini düşünür. bir şekilde yaşamak ve barınmak istiyorsa böyle yapmak zorundadır da.

bir iş yerinde herkes kendi çıkarını düşününce de haliyle birlikte hareket etmek zorlaşıyor. hatta imkansızlaşıyor. bir fabrika da işçinin gerçek düşmanı patron değildir. müdürlerdir , şeflerdir ve ustabaşılardır. bu mevkide olan insanlara bir takım roller verilir. bunlar da bellidir : ispiyonculuk , ayak kaydırma , yalancılık , yalakalık vs.

müdürlerin , şeflerin ve ustabaşıların görevi , çalışanın hakkını değil ; şirketin hakkını korumaktır. ve bu yol da her yöntem mübahdır. işçiler haliyle sıkıntılarını bu adamlara anlatır. çünkü şirket , sözde bu adamları işçilerle işveren arasında köprü kurmak için atamıştır. bu tamamen yalandır. bu heriflerin görevi işçilerin sıkıntılarını tespit edip bu sıkıntıları şirketin lehine nasıl kullanılacağını bulmaktır.

hal böyle olunca işçi orta da sıkışıp kalır. zaten işsizlik kapıdadır. iyisimi ses çıkarmamalıdır. çalışmalıdır. evet bu çok büyük bir açmazdır. şu anda bu açmazı yıkmak hemen hemen imkansızdır. 2000-3000 kişinin meydanlara çıkıp bağırmasıyla olacak iş değildir.

şimdi yine ordan birisi atlayabilir “peki nasıl çözülür bu açmaz” diyerekten. normaldir. şaşırmam.

bunun cevabı basittir ve tektir. insanoğluna “açlık” gereklidir. gerçek anlamda açlığı , sefaleti dünya nüfusu’nun %80 ‘ i yaşamalıdır ki ; dünya ya kaos hakim olsun. kaos şarttır. sistem o kadar iyi düzenlenmiştir ki ; bu düzeni düzenli bir biçimde yıkmak günümüz de hemen hemen imkansızdır. bunu ancak kaos’un içinde bulundurduğu dinamik yapabilir.

kısacası meydanlara çıkmak , slogan atmak filan artık anlamsızdır. gereksizdir. çünkü bir faydası yoktur. bazı şeylerin değişmesi için bir dalga gereklidir. ve bu dalgayı günümüz de sadece “açlık” başlatabilir. açlık önemlidir. çünkü aç kalan insan ilk önce kendi inançlarını yiyecektir. ve bunların yerine yeni inançlar dikecektir !

1 Ağustos 2009 Cumartesi

kökten yokoluşçuluk - I

bir çok insan kendini yok etmeyi , tüketmeyi sever. kendilerine karşı yapıcı değil yıkıcıdırlar. kendilerini bile bile cehennemin derinliklerine salıverirler. ben bu eğilime “yokoluşçuluk” diorum. bana göre ;

yokoluşçuluk : kişinin kendi kendini yok etme sanatıdır.

en basitinden sigara denen nesneyi ele alalım. bu bokun kanser yaptığını , damarları tıkadığını biliyoruz. ama yine de içiyoruz. neden peki ? sadece nikotin bağımlılığı denecek kadar ufak mı kendi kendimizi yok etmenin sebebi ? güldürmeyin beni. alakası bile yok. bu tiryakilikle alakalı değil , tamamen kendi kendimizi yoketme isteğimizle alakalı.

insanoğlu seviyor kendi kendine acı çektirmeyi. bu yadsınamaz bir gerçek. mesela “platonik aşk” denen şeyi ele alalım. yine benim literatürüm de ;

platonik aşk : imkansıza duyulan aşktır.

yani şöyle bir düşünün ; bir insanı sizi sevmiyeceğini bile bile seviyorsunuz. peki neden ? sadece “aşığım” demek bunu açıklar mı ? hayır tabii ki de. maalesef ki insanoğlu ulaşamayacağı hedefler belirlemeyi ve bu hedeflerin peşinde acı çekmeyi sever.

birçok insan böyledir. dışarıdan bakarsınız ; eğlencelidir , komiktir , basittir. ama , size göre…

oyacağım !

geçtiğimiz haftasonu itibarı ile hayatımın en büyük ibneliğine maruz kalmış bulunmaktayım. ve bu durumu oldukça içerlemiş durumdayım. elbette ki bu ibneliği o zibidinin yanına kar bırakmayacağım.

kendisini bir güzel oyacağım. hatta o kadar güzel oyacağım ki ; gece hiç bitmesin isteyecek…

garip

lise yıllarımda çok garip insanlar tanıdım (hoş hala daha tanımaya devam ediyorum). haliyle garip insanlardan da garip olaylar çıkar. ama bazı olaylar var ki , gerçekten garip. fazla garip.

mesela bir arkadaşım ; pioneer , sony , clarion gibi oto teybi markalarının gazetede ki reklamlarını kesip cebinde taşırdı. bunları arada sırada cebinden çıkartıp hayaller kurup , bir ses tesisatının(sistem değil tesisat ! lütfen...) ne kadara mal olacağını hesaplardı. gözde arabası da tabii ki ; TOFAŞ kuş serisinden Şahin idi. ah bu kuş serisi kaç tane gencin hayatını mahvetti , tahmin bile edemezsiniz.

başka bir arkadaşım da ; org delisiydi. elleriyle sürekli sıranın üstünde hayali org'unu çalarak , Cengiz Kurtoğlu şarkılarını seslendirirdi. arada sırada , düğün havalarına takılırdı. boşnakça filan şarkılar söylerdi. ve onun can yoldaşı bir başka arkadaşım da genelde ayağa kalkıp o esna da oynardı. gömlekleri pantolondan dışarıya çıkıncaya kadar da durmazdı.

bir tane de güvercin hastası arkadaşım vardı. bunun uzmanlık alanı da güvercinlerdi. her cins güvercinin özelliklerini ezbere bilirdi. bu tanımlama olayında o ne kadar iyi olduğunu tahmin bile edemezsiniz. mesela bir gün istiklal marşı sırasında durduğumuzda bir olay gerçekleşti. bu arkadaşım göğe baktı ve aynen şöyle dedi : "aha baska , hemde dişi!" sonra arkasından bizde göğe baktık ve güvercini bize zor bela görebildiğimizi fark ettik. arkadaşım ; kuşu görmenin bile hemen hemen imkansız olduğu bir mesafeden kuşu görmekle kalmayıp , tanımlamıştı bile.

bunlar gibi daha bir sürü örnek sunabilirim sizlere. hayatımda gördüğüm birçok insanı gerçekten anladım. ne yaptıklarını , neden yaptıklarını görebildim. ama lisede ki o "garip" arkadaşlarımı hala anlayabilmiş değilim. bazen düşünüyorum , ama içinden çıkamıyorum. hala kafam da aynı soru ; NEDEN ???

deh6100bt_main_large

adam olun lan!

şımarığız. haklıyız da. annemiz babamız bizi el bebek , gül bebek yetiştirdi. internetimiz de var. istediğimiz şeyi izleyebiliyoruz. istediğimiz albümü dinleyebiliyoruz. istediğimiz kişiyle sohbet edebiliyoruz. öyle güzel büyüdük ki ; istediğimiz herşeyi seçme lüksümüz oldu. istediğimiz birçok şeye sahip olduk , bir süre kullandık , sıkıldık kenara attık. istemediğimiz şeylere de "tüü kaka" dedik , uzaklaştırdık. böyle büyüdü bir çoğumuz.

her zaman olmasak ta , genel anlam da ; mutluyduk ve huzurluyduk. herşey o kadar rahat tı ki , mutluluk bu kadar kolay olamazdı ; imkansızdı. birşeyler olmalıydı , bir sorun olmalıydı , muhakkak birşey olmalı dedik ve yarattık. kendi sorunlarımızı yarattık. huzurun içinden huzursuzluk yaratmaya çalıştık ve başardık. bok'u da hayata attık. ne de güzel yaptık.

peki ya seçme şansımız olmayasaydı ? mesela afrika da dünyaya gelseydik ? kör , sağır , dilsiz ya da özürlü olarak dünyaya gelseydik ? herşeyin normal olduğu bir günde trafik kazası geçirip felç kalsaydık ? hala bu kadar şımarık olur muyduk ? hala kendi hayatlarımızı mahvetmeye çabalar mıydık ? hala nefreti bir sevgi göstergesi zanneder miydik ?

o yüzden hayatınızı tekrar gözden geçirin. kısacası adam olun lan !

tatlı olan ses benim sesim olsaydı

9228479_0

tatlıses gibi inşaatın bel kemiğinden çıkıp birden bire arabesk ve pavyon yıldızı olup , parayı sayamayacak kadar çok kazansaydım ; paramla mangal yapardım. abartmıyorum. yapardım.

pasivize edilmiş isyanın müziği = ARABESK

bugün T.C. ülke sınırları içerisinde ki atölyeler de , tamirhaneler de , lastikçiler de , egsozcular da ve bunlara benziyen tüm bir kenara itilmiş iş yerlerinde ; en çok dinlenen müzik tartışmasız arabesktir. nasıl ki ; meslekleri , kazandıkları para , eğitim seviyeleri gibi sebeplerden dolayı bu insanları dışlayıp bir köşeye ittiysek , arabesk'i de o köşeye ittik ve dışladık. zamanla bu uçurumu moloz dökerek kapatmak yerine , daha da eşeleyip derinleştirdik. böylece varoş kültürünü tüm toplumun katkılarıyla yaratmış olduk.

istanbul , izmir , bursa gibi sanayilemiş şehirler de varoş halkın çoğunluğunu anadoludan gelen insanlarımız oluşturmakta. isyanın pasivize olma sebebi de burdan gelmekte aslında. anadolu dan gelen insan elinde ki maddi ve kültürel imkansızlıklar sebebiyle metropol'e dahil olamaz ! olmaz değil olamaz ! dolayısıyla kendisinin herhangi bişey yapmasına gerek yoktur. toplumun içerisinde oturmuş olan kriterler zaten onun için herşeyi yapmışlardır. işte bu nokta da isyan duygusu baş göstermeye başlar. fakat bu isyan hiçbir zaman ortaya çıkamaz. maalesef ki din bilgisi ile beraber verilen kaderci zihniyet bu isyanı pasivize eder. dolayısıyla kişi daha oyunu baştan kaybetmiştir ve kaybettiği için isyan bile edemez. çünkü o'na dayatılan öğretiye göre bu o'nun kaderidir. bu bir açmazdır , çıkmaz sokaktır. böyle bir konumda bırakılan kişi de doğal olarak arabesk müziğe ve kültüre yönelir. ne de olsa arabesk te onun gibi isyan etmez , kabul eder. haksızlığa karşı "vururum , yakarım , yıkarım" demez ; "gelin canımı da alın" der.

bana göre arabesk'in olayı budur. dışarıdan baktığımız da idiot dediğimiz insanlar idiot olarak doğmadı. bugün dışarıdan bakınca yadsınan , eleştirilen , dalga geçilen , saçma görülen bir kültür varsa eğer ; o kendi kendine var olmadı. biz varettik.

muslum-gurses

peki eni vici vokke sadece eni vici vokke miydi ?

son günlerin manşetine damgasını vuran şahıs ; tabii ki de dünyanın gördüğü en beyaz zenci maykıl ceksın. herkes bişey yazıyor , çiziyor ceksın hakkında. kısacası insanoğlu bir ceksın mania ya yakalandı gidiyor. dayanamadım ; çorba da benim de tuzum olsun istedim.

yıllarca dalga geçtik herifle "ulan zenci adam beyaz oldu" filan die. herkes ufak gördü. haklılar da bi yönden. lakin gözden kaçırdığımız birşey de yok mu ? bir insan bu kadar büyük bi değişikliği istiyorsa içinde çok büyük bir eziklik vardır demektir. teninin renginden , dahil olduğu ırktan utanıyor demektir. utanmasının sebebi de ; beyaz ve siyah ırk arasında yapılan ayrımdır. "ohaaaa yani. nasıl bi ayrımmış bu?" dememek lazım. amerika denilen "garip" ülke de , 1945-1950 li yıllar'a kadar ; zencilerin otobüsler de oturma hakları bile yoktu. şayet bir beyaz ayaktaysa ve siz de bir zenci olarak ; beyaz insan'a yer vermediyseniz , kanun mertebesinde suçlu sayılırdınız. bu sadece onlarca örnekten bir tanesi. "uçurum o kadar derin miydi?" diye sorarsanız şayet ; "evet derindi" derim.

bence maykıl ceksın , ırk sorunun en büyük örneğidir. ezilmekten , dışlanmaktan o kadar çok etkilenmiştir ki , ten rengini değiştirmiştir. bu ufak birşey değildir. ezilmişin , dışlanmışın ne kadar delirebileceğine , ne kadar uç'a kayabileceğine güzel bir örnektir.

michael_jackson_lace_front_wig

bu şehirde umut yok!

hava sıcak olduğu için , bazı geceler balkon'a sigara içmeye çıkıyorum. binalardan gelen bağırma seslerini duyabiliryor insan. o kadar fazla ki kavga ve gürültü ; duymamak imkansız. aileler kavga ediyor. aileler darmadağın. para yok evlerde. umut yok. sevgi yok. şefkat yok. hayat acımasız. bu şehir zalim. ve hiç umut yok...

hayatın içinden

konu sıradışılık , goreluk , extremelik olunca ; insanlar farklı  kaynaklara başvurabiliyor. Müzik , film , internet gibi kaynaklara. halbu ki bir arkadaşımında dediği gibi "gore hayatın içinde" (sanırım duyduğum en doğru ve mantıklı sözlerden birisi de bu). extreme bir olayı uzaklar da değil , hemen 2-3 sokak arkanızda bulabilirsiniz. Gore'u ; brezilya da , kamboçya da , new york ta , istanbul'un varoşunda hissedebilirsiniz. hava karardıktan sonra ; tarlabaşında reel anlam da bizarre bir olayı yaşayabilirsiniz.

gore , extreme , bizarre. bunlar hemen başucumuzda. tek yapmamız gereken sokağa çıkmak. varoşa inmek. hepsi bu...

sivri insan

sivri sinek ve insan , birbirine aşırı derece de benzeyen iki canlı.

- ikisi de kan emicidir.

- ikisi de mikrop taşır.

- ikisi de pislikte yaşar.

e daha ne olsun ki ???

ara sokağın çocukları : Eda Gündüz

“Ne diyebilirim ki ? İçinde boğulduğum binlerce “ara” dan hangisini örnek olarak verebilirim ? Bilmiyorum. Özel hayatım ara geçti. İş hayatım ise ondan da ara. Görebileceğin en ara yerler de çalıştım. Bir insan “İDRİS AJANS” isimli bir şirkette çalışabilir mi ? Ben çalıştım!”

 

Apocalyptic Hybrid : Eda Gündüz ; nerede doğdu ve –kısaca- neler yaptı ?

Eda Gündüz : 11 ağustos 1986 (yine bir “burning like a gavur pussy” dönemi) zamanı kadıköy de doğdum. Doğduğumdan beri de birşey yapmadım. Öyle takılıyorum.

Apocalyptic Hybrid : Nasıl yani ? Sadece yiyip içtin mi ?

Eda Gündüz : Elbette ki. Yedim , içtim ve sıçtım. Olayın özü bu.

Apocalyptic Hybrid : Eyvallah. Peki öğrenim hayatın nasıldı ? Gerçekten birşeyler öğrenebildin mi ?

Eda Gündüz : Okumayı ve yazmayı okula gitmeden önce çözdüm. Ailem de beni birşey zannetti ; oysa ki bildiğin gerzekmişim. Bunu ortaokul döneminde farkettim. O sıralar gazlı bir metalciydim ve lise son’a kadar da bu gaz sürdü. Sonra duruldum. Durulunca da gördüm ki bir bok öğrenmemişim. Tabii ki bu olay sadece eğitim ve öğretimle alakalı konular da geçerli. Aslında dünya’nın dahi çocuklarından birisiyim. Yitik bir yeteneğim. Arkadalarım bana kısaca , “chosen one” derler !

Apocalyptic Hybrid : Ortaokul yıllarında bitli metalci olduğundan bahsettin. Peki nasıl başladı bu bitli metalcilik olayı ?

Eda Gündüz : Ortaokul’a başladığım yaz , çok fazla kendi kendime evde vakit geçirdim. Biryerlerden dönemin popüler dergisi “non serviam” elime geçmişti ve orada ki röportajlardan etkilenip metalci olmaya başladım.

Apocalyptic Hybrid : Hangi grupları dinleyerek bulaştın bu illete ?

Eda Gündüz : Hemen hemen her metalci gibi , ben de ilk dönemler Metallica ve Iron Maiden dinleyerek başldım bu müziği dinlemeye. Sonracığıma da ; bir Doom Metal furyasına kaptırırken buldum kendimi. Bir de baktım ki My Dying Bride fan’ı olup çıkmışım. Ama şimdi hatırladım da. İlk başlar da , hepsinden önce ; Korn , Rage Against The Machine filan dinliyordum.

Apocalyptic Hybrid : Yazık.

Eda Gündüz : Ne yazığı lan! Korn hala severim!

Apocalyptic Hybrid : Seni tanıyan birisi olarak ; en merak ettiğim şeylerden birisi de , Leş Bilek Metal dönemin. İçine girilmesi zor bir olaydır Leş Bilek Metal. Nasıl kapıldın bu olay’a ?

Eda Gündüz : Hımmmmm Leş Bilek Metal….   Ya bu bir süreçtir zaten. Bana göre ; doomculuk , zoomculuktan sonra kişiye Leş Bilek Metal yolu açılır. Şöyle ki ; Doom Metal de kullanılan o hüzünkar klavyeler , sikko Bilek Metal grupları tarafından da sıkça kullanılır. Böyle ce bir kapıdan , diğerine giriş oldukça kolaylaşır.

Apocalyptic Hybrid : Edebiyat’a ilgin olduğunu ve üzerinde çalışıp – uğraştığın birşeyler olduğunu biliyorum. Peki edebiyat’a olan bu düşkünlük nerden gelmekte ?

Eda Gündüz : Biraz önce de söylemiştim. Okuma – yazmayı okul’a başlamadan önce öğrenmiştim. Tembel ve hareket etmeye üşenen bir çocuk olduğum için de , salt kitap karıştırıp okuyordum. Sonraları kendi kendime gayet gerzekçe öyküler yazmaya başladım. Utandığım için de kimseye okutamadım , gerçekten gerzekçeydiler çünkü. Böylelikle edebiyat dünyasına ilk adımımı atmış oldum.

Apocalyptic Hybrid : Nasıl öykülerdi ki bunlar , gerzekçe diyorsun ?

Eda Gündüz : İlk yazdığım öykü’yü çok net hatırlıyorum. Uzaylılar ile ilgiliydi. Uzaylılar dünya’ya geliyorlardı ve aslında bizim uzaylı olduğumuzu filan iddaa ediyorlardı. Şimdi anladım da ; başarılı bir yazar olacağım , o öyküden belli oluyormuş.

Apocalyptic Hybrid : Evet. Gayet konuluymuş gerçekten de …

Eda Gündüz : Konuludan şaşmam !

Apocalyptic Hybrid : Hala devam ediyor musun öykü filan yazmaya ?

Eda Gündüz : Elbette ki !!! Ama artık fantastik yazılar yerine reel yazılar yazıyorum. Yaşadığımız ülkenin fantastikliği , beni reel şeyler yazmaya itti.

Apocalyptic Hybrid : Yazılarını okuyucu kiyleyle buluşturmak gibi bir niyetin var mı ?

Eda Gündüz : Var. Ama hiçbirini beğenmiyorum. İşin doğrusu yazmak için fazla zaman da ayıramıyorum. Çünkü Elif Şafak ya da Orhan Pamuk gibi , ailem zengin değil. Çalışmak zorundayım. Acaip emekçi biriyim. Allahtan belamı bekliyorum!

Apocalyptic Hybrid : Meslek olarak ne işle meşgalesin ?

Eda Gündüz : Tabii ki de günümüzün level atlama mesleği ; tasarım ile meşgaleyim. Ama ne yazık ki ; diğer insanlar gibi program yeteneğim fazla gelişmediği için , bu bana extradan bir karizma sağlamıyor. Aksine sinir hastası oluyorum! Göründüğü gibi kolay bir iş değil , ne yazık ki. Seçme şansım olsaydı ; bankacı olmayı tercih ederdim. En azından hergün parayla oynardım.

Apocalyptic Hybrid : İlginç bir yaklaşım. Şu level atlama olayını biraz açar mısın ?

Eda Gündüz : Herkes farkındadır ki ; günümüz de “sanat” adı altında yapılan her meslek , kişiye inanılmaz bir cazibe katıyor. Herkes ; “art direktör” , “stilist” falan filan. Ben bu tip insanlara burdan “ALLAH BELANIZI VERSİN” demek istiyorum. Bir gün zengin olup ; osuruk tüm sanatkarları “GELİN SANAT YAPACAĞIZ”  die kandırıp , bir çatı altında toplayıp , yakmak tek idealim.

Apocalyptic Hybrid : Güzel bir ideal.

Eda Gündüz : Farkındayım. Bunun için bir oluşum , sivil toplum hareketi filan başlatmayı düşünüyorum.

Apoclyptic Hybrid : Peki , göztepe – west coast ta yaşamak , otobüse binip işe gitmek filan nasıl bişey senin için ?

Eda Gündüz : İşte hayatın en çekilir kısmı o. Mesela bir otobüste ki topluluğun %85 i “ara” dır. Bu da yoluculuğu eğlenceli bir hale dönüştürmeye yeterlidir.

Apocalyptic Hybrid : Neden %85 gibi bir oran ara dır ki sana göre ?

Eda Gündüz : Çünkü Türkiye “ara” bir ülke. Biz de bu ülkenin insanlarıyız. Anne – babalarımız da araydı. Haliyle biz de ara olarak yetiştirildik.

Apocalyptic Hybrid : Sana göre “ara” olmak ne demek ?

Eda Gündüz : Bana göre “ara” olmak ; hiçbir kalıba sığamamak ve kendi başına da bir kalıp olamamış demektir. İster obje olsun , ister nesne. Ara da kalmıştır O , böyle bir sıkışmıştır.

Apocalyptic Hybird : Metropoller yoğun olarak anadoludan , kırsaldan , göç alan yerler. Haliyle orada yetişen birey belirli bir kültür ve değer yargıları alarak yetişiyor. Sonra da metropol’e geliyor. Sonuçta metropol’ün kendi içinde bir kültür’ü ve değer yargıları var. Haliyle kırsaldan kalkıp gelen birey şöyle bir sapıtıyor. Sence de metropol ara olmayı tetikler mi ?

Eda Gündüz : Kesinlikle tetikler. Bence kırsaldan ziyade “ara” olan bölge metropoldür.

Apocalyptic Hybrid : Kırsalda ki insan “ara” olamaz mı ?

Eda Gündüz : Olamaz. Çünkü kırsal’ın standartları vardır ve bu standartlar stabildir. Kolay kolay değişmezler.

Apocalyptic Hybrid : Kendine baktığın zaman ; Eda Gündüz hangi “ara”lıklar da sıkışıp kalmıştır sence ?

Eda Gündüz : Ben her türlü “aralık” içinde sıkışıp kalanlardan değilim. Aralığımın da bir sınıf’ı , bir klas’ı var. Bunu örnekleyemem. Şöyle ara’yım , böyle ara’yım diye. Çünkü “ara”lık  ; maddi değil , madde değil , manevi birşeydir. Görünmez. İçtedir , gizlidir. Aralar da çıkar.

Apocalyptic Hybrid : Aklına ilk gelen “ara” isimlerden birini söylebilir misin ?

Eda Gündüz : Hüsamettin Cindoruk

Apocalyptic Hybrid : Neden ?

Eda Gündüz : Mesela politikacı dediğimiz zaman aklımıza ilk olarak , Hüsamettin Cindoruk gelmez. Günümüz siyasetçilerinden bazıları ya da Süleyman Demirel filan gelir. Kendi içinde bir karizmaya ya da popülerliğe sahip olsa da ; Hüsamettin Cindoruk akla ilk gelen isimlerden değildir hiçbir zaman. Sıkışmıştır O , aradır ve ara insanlar tarafından anılır. Bir de mesela ; Bizimkiler dizisi var. Bizimkiler çok popüler bir dizidir , bitmesine rağmen hala Bizimkilerdir. Peki ya aynı kadro ile çekilen , Yazlıkçılar dizisi ?  Bugün onu hatırlayan kaç kişi var ?  Yazlıkçılar dizisi , dizi kategorisinde “ara” kavramının neferidir! Hard “ara” dır!

Apocalyptic Hybrid : Hakikaten kaybolmuştur o dizi ya ; izleyeni , edeni bile yoktu.

Eda Gündüz : Ara’lık kavramının ta kendisi budur işte. “Hakkaten yaa” dediğimiz insanlar , olaylar , objeler ; ara’nın dik alasıdır!

Apocalyptic Hybrid : Bu arada ; Hüsamettin Cindoruk konusunda da sana katıldığımı belirtmek isterim. Gerçekten de bugüne kadar Cindoruk ile Demirel’i mukayese eden bir insan’a bile rastalamadım.

Eda Gündüz : Mukayese değil zaten burda ki olay. Özellik ya da vasıf tartışmıyoruz. Başlı başına kütle olarak biryin verimi söz konusu. Cindoruk ta dönemin siyasetçilerinden olmasına rağmen , siyasetçi dendiğinde ; ait olduğu kalıp olarak asla yukarılarda olanlardan değildi. Ara da kalanlardan , bizim beynimizin köşelerinde kalmış olanlardandı.

Apocalyptic Hybrid : En ara insanlar nerden çıkar sence ? Elitten mi ? Varoştan mı ?

Eda Gündüz : Ara insan avcılığı yapmak ; şahsi fikrime göre , dünyanın en saçma işlerinden biridir. Bunu gene indirgemek , belii bir gruba yöneltmek yanlış olur. Ara HERYERDE! Ara BU DÜNYADA!

Apocalyptic Hybrid : Mesela ara olarak bize en yakın olan ülke Mexico dur bence. Sence ?

Eda Gündüz : Bence de Mexico dur. %100 hak veriyorum. Ama Dünya’nın en ara ülkesini sorarsan ; Çad’dır , Kamboçya’dır , Kongo falandır. Bunlar ara olarak uçlardadır.

Apocalyptic Hybrid : Bence Hİndistan’ı da es geçme !

Eda Gündüz : Hindistan kesinlikle ara değildir. Buna net olarak katılmam ! Hindistan en hip ülkelerden birisi. Ama bunun sebebi yine ara insanlardan kaynaklanıyor. Şöyle ki ; ara olan tüm insanlar , yine ara bir iş olarak buhran arıtmak için maneviyata eğiliyorlar. Gidip inek öpmek , nehirde yıkanarak kolera kapmak gibi işlere girişiyorlar. Bu da hindistan’ı ara olmaktan çıkartıp , mistik olarak anılmasını sağlıyor.

Apocalyptic Hybrid : Ben bu dediklerine katılmıyorum. Bana göre Hindistan ara’nın kralıdır. Ancak bi şekilde , nasıl olduysa ; ara kavramının pop’unu yapmaya başarmıştır. Mesela Bollywood ; ara kavramının kralıdır. Ama külttür.

Eda Gündüz : Bollywood ara’nın film şeridine aktarılmış halidir. O bir gerçek. Ben genel olarak Hindistan dan bahsediyorum. Bir toprak parçası olarak Hindistandan.

Apocalyptic Hybrid : Sen gerçi katılmadığını belirtmiştin ama ; bana göre ara’nın kral’ı varoştan çıkar. Çakma Converse’ler , garip imajlar ve o garip imajlarla sokak başında tesbih sallamak filan ; ara denen şey buymuş gibi geliyor bana.

Eda Gündüz : Hırslı varoştan diyelim. Genel’e adapte olmaya çalışıp saçmalayan varoş. Ümraniye Style vs. Dudullu Sound ; bunlar yavaş yavaş yayılan şeyler oldukları için , ara da kalma olayları azaldı. Bu tipler çoğaldı ; yani ara olma dereceleri düştü.

Apocalyptic Hybrid : Ara olmamak zordur bu ülke de. Bir yerler de sıkışıp kalmamak , imkansızmış gibi geliyor bana…

Eda Gündüz : Ne diyebilirim ki ? İçinde boğulduğum binlerce ara dan hangisini örnek olarak verebilirim ? Bilmiyorum. Özel hayatım ara geçti. İş hayatım ise ondan da ara. Görebileceğin en ara yerler de çalıştım. Bir insan “İDRİS AJANS” isimli bir şirkette çalışabilir mi ? Ben çalıştım!

Apocalyptic Hybrid : Entellektüel (geçinen) camiamızın içine de işlemiş midir sence “ara” kavramı ?

Eda Gündüz : Dolu ! Mesela geçenler de “HİTLER ARAP MIYDI?” isimli bir kitap gördüm. Bence bu kitap edebiyat dünyasının en “ara” kitabıdır.

Apocalyptic Hybrid : Garip.

Eda Gündüz : Evet. Yazarı daha da garip bence. Daha da “ara”.

Apocalyptic Hybrid : Bir de “arabesk” gerçeği var Türkiye de ; gerçi vardı…

Eda Gündüz : Arabesk is dead !

Apocalyptic Hybrid : Sence Arabesk te ara mıydı ?

Eda Gündüz : Underground iken evet , artık hayır !

Apocalyptic Hybrid : Son olarak “ara” kavramı üzerine söylemek istediğin birşeyler var mı ?

Eda Gündüz : ARA CANDIR ! ARA LAZIMDIR ! ARA İNSAN EKSİK İNSANDIR !

ara sokağın çocukları

“ara” kavramı oldukça geniş bir kavram. memleketim de bu kavramdan fazlasıyla nasibini almış bir yer. yurdum insanın bu ara da kalmışlığını , sıkışmışlığını ve tabii ki de bunalmışlığını bu başlık altında incelemek ve dile dökmek niyetindeyim. bunu yaparken de halk denen olguya başvurmak niyetindeyim. şöyle ki ; sıradan ve halkın içinden kişilerle röportajlar yapıp bunları bu başlık altında yayınlıyacağım.

ilginç bir fikir olduğunu ve yine ortaya çıkıcak olan şeylerinde bir hayli ilginç olacağını düşünmekteyim. ne diyeyim ; hep beraber konuşup , okuyup göreceğiz.

ipod ve itunes arasındaki büyük aşk

ipod gibi güzide bir cihazın nasıl böölesine delicesine bir aşkla itunes gibi salak ve amele bir programa aşık olduğunu anlayabilmiş değilim. ömrümde itunes gibi saçma sapan bi yazılım görmedim. yine bilgisayar denen mucizevi aletten ipod denen başka bir güzide alete nasıl olup ta böyle salakça bir aktarım yöntemi bulmuşlar onu da çözemiyorum.

bir de ipod un o muazzam kulaklıkları var :) yahu eminönünde 5 liraya arabeskçi amelelere kaktırılan sikko kulaklıklar bile daha kullanışlı. bir arkadaşımında dediği gibi ;

"şimdi mesela ipod ; ipod kulaklığıyla dinlenmez. hayatta böyle garip işte"

AppStore-iTunes-iPod

gökten para yağsa…

dünya yı kaos a sürüklemek mi istiyorsunuz ? o zaman mütemadiyen gökten para yağdırın. taksim meydanına gökten para yağdığını düşünün. insanların o paraları alabilmek için neler yapacağını hayal bile edemezsiniz.

denizden yeni çıkmış , buzzzzzzzzzzzzzzzz gibi…

çok eski bir coca-cola reklamında ki gibi ; ayakkabılarınız sıcaktan asfalt'a yapışmış , siz ise sıcaktan gebermiş bir haldesiniz. birden bire karşınız da , o klas göbeği ve bıyıklarıyla Şahin K çıkıp ; denizden yeni çıkmış , buzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz gibi bir bira içmek istermisin die sorsa , ne yaparsınız ???   efes pilsen

hayat zor…

bir o kadar da  garip. ahmaklar için de , akıllılar için de…