29 Kasım 2009 Pazar

göç

boktan bir pazar sabahı daha. pazar günlerini oldum olası sevememişimdir. hala da sevmem. erken kalktım. kahvaltı yapmaya gerek duymadım. doğruca wireless i olan bi cafe’ye gidip. internet’e girme telaşındayım.

espresso söyledim kendime. onu beklerken de bir tane sigara sardım. kahvem geldi. sigaramı yaktım. sağlam bir nefes alıp , bolca duman üfledim havaya. ciğerlerimin en ücra köşelerine işleyen bir nefesti. kahvemden bir yudum aldım. sertti. sevdiğim gibi.

bilgisayarımı açtım. wireless’i çalıştırdım. teknoloji ne kadar da gelişti dedim kendi kendime. hayat ne kadar değişti. halbu ki bundan 20 yıl önce şu an bulunduğum kasabadan nasıl kovulduğumuzu daha dün gibi hatırlıyorum.

89 yılı ağustos ayının 13. günü. günlerden ise pazar. akşam üstü suları. kasabanın merkezinde bulunan evimizin bahçesindeyiz. babanem ile büyükbabam evin bahçesini temizlerken bizde ablamla oyun oynuyoruz. ufağız daha. annem dişdoktoruna gitmiş , babam ise arkadaşlarıyla içmeye.

derken birden annem beliriyor evin kapısında. ağlıyor. yanında da , elinde mektup tutan bir polis. büyükbabam polisin elinde ki mektup’u alıyor ve okuyor. “bu akşam çıkmamız lazım” diyor babanneme. babannem de başlıyor ağlamaya.

büyükbabam evin içine girip halamları arıyor. babamı bulup gelmelerini söylüyor. birazdan iki tane araba yanaşıyor evin önüne. ikisi de Skoda. birisi turuncu. birisi beyaz. beyaz olan bizim. turuncu olan halamların. babannem ve annem bir yandan ağlarken bir yandan da eşyaları toparlıyorlar. ufağım. ne olduğuna anlam veremiyorum.

aradan biraz daha vakit geçiyor. evin  önüne siyah bir volga yanaşıyor. kapı komşularımızın. avde ki telaşı görüp başlıyorlar ağlamaya. herkes ağlıyor. bir tek biz ağlamıyoruz. ne olduğunu anlamıyoruz.

akşam saat 8’e doğru herkesle vedalaşıyoruz. beyaz Skoda arabamıza biniyoruz ve yola çıkıyoruz. arka camdan el sallıyoruz. saat 8 de kasaba’nın çıkışında ki polislerin yanında durup listeden adımızı sildiriyoruz ve günlerce sürecek olan yolculuğumuza devam ediyoruz.

yol adım adım ilerliyor. kovulan insan sayısı oldukça fazla. belirli yerlerde kamplar kurulmuş. kaplara girip konaklıyoruz. aylardan ağustos. hava sıcak. insanlar kalp krizi geçiriyor , insanlar ağlıyor , insanlar ölüyor. ve bunca kaos’un ortasında bir çocuk doğuyor. yeni bir insan geliyor dünya’ya.

15 gün süren bir yolculuk sonunda Türkiye’ye geliyoruz. bizimkilerin tabiri ile vatanımıza. Türkiye’ye son kovulanlardanız biz. bizden sonraki insanlar avrupa’ya gönderiliyor. bir süre sonra da sınırlar kapanıyor. ondan sonra gelenler vize ile geliyorlar.

bu sabah , kahvemi içerken bunları düşünüyorum. diyorum ki kendi kendime ; hayat ne kadar garip.

Technorati Etiketleri:

6 yorum:

Unknown dedi ki...

üzüldüm be sabah sabah, ne boktan işler bunlar...

Fuck What You Say dedi ki...

bukowski ,"siyaset bir kediyi arkadan düzmeye benzer" derken ; ne güzel ve yerinde bir cümle kurmuş değil mi jayne :)

Unknown dedi ki...

çürütebileceğimiz cümleler kurmamış pek sevgili buk, maalesef, ve yazdığın cümle de onlardan biri.


"güzel bir kıç için ödenen bedel fazlasıyla yüksek." cümlesiyle "siyaset bir kediyi arkadan düzmeye benzer" cümlesini ard arda okumak ve sonra öylece susup duvara bakmak...der jayne.

Fuck What You Say dedi ki...

ve o güzel kıçların fazla yüksek bedellerini , sık sık ruhumuzla ödüyoruz maalesef. parayla ödemek güzeldir aslında , bazen.

Unknown dedi ki...

haklısın... parasını ödediklerimizi kısa zamanda tüketir ve sonra unuturuz. ama ruhlar, ve kıçlar, ve bedellerine gelirsek, tanrı cezasını versin böyle işin deyip kolları sıvayarak on paragraflık bir yazı ile işe başlamak en doğrusu olur. zannımca.

her neyse, günaydın...

inhibiteur dedi ki...

Üzülme. Yakın bir zaman içinde dünyadan da kovulucaz. Direk süper.