6 Kasım 2009 Cuma

versene bi kere

lise son sınıf öğrencisiydim. meslek lisesinde okuduğum için haftanın 3 günü bir fabrika da staj yapıyordum. devlet baba ve çalıştığım yer de emeklerimin karşılığı olarak , asgari ücret üzerinden payımıza düşen 3ün 1ini her ay elime veriyordu.

staj yapmaya başlar başlamaz taksitle , SONY marka HI-FI denen cinsten bir müzik seti almıştım. aldığım 3 kuruş paranın 1.5 kuruşu müzik seti’nin taksidine gidiyordu. geri kalan parayla da her ay bir adet “orjinal” müzik CD’si almayı ilke edinmiştim.

o yıl , ÖSS’ye girecektim. fakat benim umurumda değildi. hiçbir zaman da pek umurumda olmadı açıkçası. akranlarım zamanlarını ders çalışmaya adamıştı. ben ise kendimi ; müziğe , kitap okumaya ve odamın camını açıp gizli gizli sigara içmeye adamıştım. bunun aksinide hiçbir zaman yapamadım. hayatı ertelemek hep zor geldi bana.

o dönemler sıkı bir metal müzik dinleyicisiydim – halâ da öyleyim- ve piyasayı yakından takip ediyordum. her ay dönemin metal müzik dergilerini alıp , baştan sona , defalarca okuyordum. o röportajları , albüm kritiklerini filan okumak ; çok büyük bir zevkti benim için.

house of god

bir gün gazete bayiine gidip yine bu dergilerden birini aldım. sayfaları teker teker okumaya başladım. albüm kritikleri kısmına geldiğim de yukarı da resmini gördüğünüz albüm çok ilgimi çekti. yere göğe sığdırılamıyordu. yurt dışında ki büyük dergilerden de çok büyük beğeni topladığından bahsediliyordu. içimde çok büyük bir merak uyanmıştı. ben de gittim “orjinal” CD’sini aldım. eve gelir gelmez , SONY marka müzik setime CD’yi taktım ve play tuşuna bastım. ilk parça 1 dakika filan süren bir intro idi. ikinci parça çalmaya başladığında ise şok oldum.

“ananı sikiim! bu ne lan?” dedim kendi kendime. çok iyiydi. 3. parça da çok iyiydi , 4. de , 5. de. kısacası albüm mükemmeldi. ve ben ; o güne  kadar , o heriflerin yaptığına yakın bir müzik dinlememiştim. kendi kendime ; “ulan şu herifler konsere gelse de gitsem” dedim. ama zordu. zaten o zamanlar şimdi ki gibi , çok fazla konser ya da festival olmazdı.

aradan 2-3 ay geçmiş ve ben albümün hastası olmuştum. günde en az 1 kere dinliyordum bu albümü. günlerden birgün yine gazete bayiisine gidip , non serviam isimli dergiyi aldım. eve doğru yürürken bir yandan da üstünkörü dergiyi kurcalıyordum ki ; bir başlık yolda duraklamama sebebiyet verdi.

“KING DIAMOND TÜRKİYE’YE GELİYOR”

diye yazıyordu dergide. ben tabii o gazla tekrardan bir “ananı sikiim” tepkisi koyuverdim. hayallerim gerçek olmuştu. hemen eve gidip yatağa uzandım ve konser üzerine hayaller kurmaya başladım. 4-5 gün sonra da Kadıköy otobüsüne atlayıp , akmar pasajından konser bileti almaya gittim. akmar’a vardığımda ; bilet almakla  yetinmeyip , konserin afişlerini de aldım.

o dönemler birçok şey zordu benim için. istediğim albümleri bulamazdım. istediğim tişörtleri bulamazdım. çekme CD ve kaset satan hemen herkesi tanırdım. beğendiğim albümlerin siparişini verirdim. sonra defalarca yanlarına gidip ; “ abi çektin mi benim CD’leri” diye sorardım. verilen cevapta , genel de “çekemedim yaa” olurdu. bir albüm için 2-3 defa gittiğim olurdu.

tişört olayları da aynıydı. çeşit yoktu. ya metallica tişört’ü bulurdunuz , ya iron maiden , ya da pazardan misfits. metallica ile misfits’ten zaten haz etmezdim. iron maiden da herkes te olduğu için pek çekici gelmezdi. bende kendi tişörtümü kendim yapardım. onunda yöntemi şöyleydi ;

beğendiğiniz grubun logosunu kırtasiye’ye gidip defalarca büyüttürürsünüz. istediğiniz büyüklüğü yakaladığınız da , kırtasiyeden logoyu boyayacağınız renkte kumaş boyası alıp çıkarsınız. eve geldiğiniz de , fotokopi yönetmiyle büyüttüğünüz logoyu elinize alıp , logonun sınırlarını –harflerin içi boş kalacak şekilde- jiletle kesersiniz. fotokopi makinesinden çıkan kâğıt artık şablonunuz olmuştur. daha sonra bu şablonu , önceden aldığınız düz siyah tişörtün üstüne güzelce hizalayıp kenarlarını bantlarsınız. bu işlemi de yaptıktan sonra ; kumaş boyanızı ve fırçanızı elinize alıp , şablonunuzun iç bölgelerini boyarsınız. boya kuruduktan sonra tişörtünüz hazırdır.

günler günleri , haftalar haftaları kovaladı ve en sonunda konser günü geldi. kendi hazırladığım “king diamond” tişörtümü üzerime giyip ; cebime 5-6 tane bira alacak kadar da para alıp , evden çıktım. taksim otobüsüne bindim. TRT binasının orda otobüsten inip , tekel bayii’ne yollandım. 2 tane bira aldım ve tüyap’ın merdivenlerine oturup içmeye başladım. erken gelmiştim. yalnızdım ve canım sıkılıyordu. can sıkıntısından durmadan bira ve sigara içiyordum. vakit ilerledikçe , yurdumun metal tayfası , ellerinde biralarla tüyaptan , amerikan konsolosluğuna doğru akıp gidiyordu.

o dönemler de amerikan konsolosluğunun yanında ki “sold out” isimli mekan , en popüler konser mekanıydı. underground konserler için biçilmiş kaftandı. şimdiler de bile taksim de sold out’un sahnesiyle yarışabilecek bir mekan yok.“sold out”’un en eğlenceli yanı ; konser öncesi içilen biraların etkisiyle fermuarları açıp , pipileri sallandırarak , amerikan konsolosluğunun duvarlarına işemekti. ne güzel bir duyguydu o. kelimelerle anlatılamaz. yaşamanız lazım. sırf bu sebepten dolayı , her konser öncesi konsolosluğun güvenlik elemanlarıyla , bizim aramızda olay çıkardı.

bir süre sonra biralarım bitti. tekrardan tekel bayii’ne gittim. 3 tane daha bira aldım ve amerikan konsolosluğuna doğru yollandım. mekanın kapısının önü ana baba günüydü. herkes ellerinde ki bira ya da şarapları delice tüketiyordu. bende kendime bir boşluk bulup , yere oturdum. siyah renkli poşedin içinden bir tane bira alıp , içmeye başladım. bir süre sonra mesanem patlayacak gibi oldu ve konsolosluğun duvarına işedim. kısa bir süre sonra biralarım bitmişti. kafam oldukça iyi olmuştu. ak’a , bok’a gülme durumundaydım. sonra birden bi hareketlenme oldu. kapılar açılmıştı. kısa bir süre sonra içerideydim ve konserin başlamasını bekliyordum.

kendime güzel bir yer bulup , konserin başlamasını beklemeye başladım. ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum ama king diamond’ın , elinde iki tane kemikten yaptığı haç şeklinde ki mikrofonla sahne de belirdiği an’ı hatırlıyorum.

konser birden başlamıştı. biz de tabii alkolin de verdiği gazla dağıtmaya başlamıştık. bir süre sonra king diamond o meşhur sahne şovlarını sergilemeye başladı. bir süre sonra , şarkılarımı dinlemek ile sahne de ki tiyatro gösterisini izlemek arasında kararsız kaldım.

hele ki , sahneye elleri bağlı bir gelin’in gelmesini ve o gelin’in üzerinde ki beyaz gelinliğin bir anda alttan alev aldığı an’ı hiç unutamam. bugüne kadar izlediğim en iyi ikinci sahne şovudur. birincisi ise ; bulgaristan da izlediğim “alice cooper” konserinde , sahne de ,  alice cooper’ın bir hemşireyi kamçılamasıdır sahnesidir. konser bitiminde ki ; vir klasik olan , alice cooper’ın kafasının , giyotin ile uçurulduğu sahneyi anlatmıyorum bile.

ben daha ne olup bittiğini anlamadan konser bitmişti. kafam hala oldukça güzeldi. sarhoştum bile diyebilirim. konserin bitiminde kapıdan çıkarken king diamond’ın official tişörtlerinin satıldığını gördüm. fiyatına baktım , oldukça pahalıydı ve benim param yoktu. nitekim iştahla biraz bakınıp , mekândan çıktım. yapacak birşey ve takılcak arkadaşım olmadığından ağır adımlarla , otobüs durağına gittim. biraz bekledim , otobüs’ün gelmeye pek niyeti yoktu. cebimden sigara paketimi çıkarttıp , bir sigara yaktım. suratım da , alkol’ün yan etkisi olan ; anlamsız bir gülümseme vardı.

ben otobüsün gelmesini beklerken , durağa iki tane metalci hatun yanaştı. ikisi de gayet boylu , postlu ve güzeldiler. yaşları da en az benden 8-10 yaş büyüktü. duruşlarından “sağlam” metalci oldukları belliydi. bir ara içlerinden biri bana doğru döndü ve arkadaşına ;

- “aaa çocuğun üstünde ki tişört’e bak. ne güzel yapmış lan” dedi. yanında ki arkadaşı da bana doğru döndü ve ciddiyetli bir süzme işleminden sonra ;

- “güzel yapmış gerçekten” dedi. şaşırmıştım. aynı zaman da götüm de kalkmıştı. alkol’ün de etkisiyle sessizce yanlarına süzüldüm. ikisinin arasında ki boşluktan hafifçe kafamı uzattım ve gülerek ;

- “birer kere verirseniz size de aynısından yaparım” dedim. kötü bir niyetim yoktu. kaldı ki , kötü bir niyetim olsa dahi , onların bana “vermek” gibi bir ihtimali yoktu. olayım tamamen piçlikti , taşşak geçmekti.

ilk önce şaşırdılar. tepkisiz bir biçimde 1 – 2 saniye yüzüme baktıktan sonra , suratımda ki salakça gülümsemeden , asıl amacımın taşşak geçmek olduğunu anladılar. önce suratlarında hafif bir tebessüm belirdi. sonra  da 3ümüz bir anda deli gibi gülmeye başladık. sonra tişörtümü ilk farkeden hatun sustu ve

-“daha yaşın ufak. biraz daha büyü , biz sana sevabına da veririz” dedi. şimdi de şaşırma sırası bendeydi. 1-2 saniyelik suskunluktan sonra , 3ümüz birden tekrar deli gibi gülmeye başladık. sonra ben ;

-“ tamam o zaman anlaştık , abla” dedim.

-“ evet , ufaklık” dedi ve bunların bineceği otobüs durağa yanaştı. otobüse bindiler. gözüm üstlerindeydi. güzel hatunlardı allah için. otobüsleri hareket edince , bana bakıp el salladılar. bende onlara el salladım. 3ümüzün suratında da gülümseme vardı.

ve şimdi , yıllar sonra ; onlara burdan sesleniyorum :

KANDIRDINIZ  ULAN  BENİ KEVAŞELER !!!

8 yorum:

VodviL dedi ki...

'sevabına veririz' iyiliğini duyduktan sonra ablaya dönmen bomba olmuş : )

Fuck What You Say dedi ki...

biri benimle dalga geçiyorsa , bende onunla dalga geçerim :)

inhibiteur dedi ki...

aahahahjaahaha ah yaa metalcilik. Duygularım kabardı. Ablalar bunu okuyup "BORÇLARINI" ödemeye gelseler ne yaparsın acaba cidden merak durumundayım.

Fuck What You Say dedi ki...

valla bende bilmiyorum ne yapacağımı. doktorculuk oynarız gibime gelio. ya da evcilik. ya da bilmiyorum.

kelimelerbenim dedi ki...

Yazını sonuna kadar zevkle okudum. Çok güzel yazmışsın. Bu kadar ayrıntıyı hatırlıyor olman çok güzel. Keşke ben de bu kadar çok şey hatırlayabilsem...

Fuck What You Say dedi ki...

teşekkürler.
hatırlar güzel ya da komik olduğu sürece , hatırlamak güzel bir şey :)

Saffah dedi ki...

Sözünde durmayan metalci kevaşelerle ergenlik sırasındaki ilk tanışmadan sonra sanırım hepimizde bir güven sorunu oldu.

Verilen sözler tutulmalı arkadaş!!!

Fuck What You Say dedi ki...

o sözler tutulmuyor inatla. şöyle bir düşünce de haim olabilir aslında ; "zamanın da vermedim , şimdi versem ne fayda" gibi ... ama yanlış bir düşünce bu. kınıyorum böyle düşünenleri :)